Ben bu sendikada kendi bahçemi güzelleştiriyorum”

Özel Güvenlik İşçi Hakları

Ben bu sendikada kendi bahçemi güzelleştiriyorum”

Oyuncular Sendikası’nın yeni genel başkanı Meltem Cumbul: “Bu işe başkanlık gibi bakmıyorum, elbirliğiyle yapılacak işler var diye bakıyorum. Oyunculuk, dans, opera, ses... Bunlar benim hayat tarzım. Bu sendikada bu alanları güzelleştirmek kendi bahçemi güzelleştirmekten farksız”

GÜLİZ ARSLAN - guliz.arslan@milliyet.com.tr

Bugüne dek pek çok iddialı yapımda rol aldı. “Propaganda”, “Yılan Hikayesi”, “Biz Size Âşık Olduk”, “Duvara Karşı”, “Gönül Yarası”, “Mucizeler Komedisi”, “Muhteşem Yüzyıl” akla ilk gelenler. Fırlama köylü kızı, idealist avukat, şiddet gören anne, Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi... Birbirinden çok farklı karakterleri başarıyla canlandırdı. Arada Los Angeles’a gitti, orada filmler yaptı, Bollywood’a dahil oldu... Döndü, ders vermeye başladı, Eric Morris’in “Oynama, ol” olarak özetlenebilecek Oyunculuk metodunu pek çok genç oyuncuya aktardı. Bugünlerde başkan r olünde. Ama bir projede değil, kendi hayatında... Meltem Cumbul, Oyuncular Sendikası’nın yeni başkanı oldu. Görevi sendikanın kurulmasına öncülük eden, yakın arkadaşı Memet Ali Alabora’dan devraldı. Cumbul’la sendikanın Şişli’deki ofisinde buluştum. Gördüm ki başkanı oynamıyor, sahiden başkan olmuş...

Derneklerin, sendikaların, partilerin yönetim değişiklikleri sırasında tatsız olaylar yaşanır. Koltuk devir teslimi genelde hep çok olaylı geçer Türkiye’de. Sizinki öyle olmadı. Güle oynaya devraldınız görevi...

Evet. Ya da yeni yönetim başa gelir gelmez her şeyi sil baştan, kendi istediği gibi yapmaya kalkar... Bizde böyle şeyler yaşanmadı. Memet Ali’nin (Alabora) başlattığı bu yolculuğun öneminden, meslektaşlarımla kurdukları düzenin doğruluğundan, dürüstlüklerinden, heyecanla hizmet verme isteklerinden

en ufak bir kuşkum olmadı benim. Olsaydı, ikinci yönetimin başına geçmezdim zaten. Yeni yönetim olarak bizden önceki yönetimin çok iyi işler kotardığını düşünüyoruz. Belirledikleri çok isabetli hedefler, başarıyla yürüttükleri kampanyalar var. Bunların devam etmesini önemsiyoruz. Onların döneminde başlatılmış işleri tamamlamakla yükümlü hissediyoruz kendimizi.

“Maden işçisi değiliz ama biz de çok zor koşullarda çalışıyoruz”

Yeni yönetimin ilk üç hedefini sıralamanız gerekirse...

Oyuncular Sendikası’nın kurulurken temel bir amacı vardı; tüm oyuncuları 4A kapsamına aldırmak, yani SSK’lı yapmak. bugün bizim de ilk sıradaki amacımız bu. Başarmak için bütün yasal yolları deneyeceğiz. Şimdiki durumda başrol oyuncuları ve figüranlar SSK’lı yani 4A olamıyor. 4B, yani BağKur’lu olup “defter tutmaya mecbur mükellef” haline getirilmeye çalışılıyor. Özellikle seslendirme sanatçıları büyük baskı altında. Bu 4A, 4B, 4C karmaşasını sonlandırmak en önemli görevimiz. Önceki yönetim “Bu Sette Çocuk Var” başlıklı bir kampanya yürüttü. Etkili de oldu. Çocuk işçilerle ilgili bir yasa taslağı çıktı. Şimdi bunun yasaya dönüşmesi için girişimlerimizi sürdüreceğiz. Son günlerde yaşanan acı bir olayla yeniden “farkına varılan” bir diğer çok önemli sorunumuz; setlerde ölüm ve yaralanmalara yol açan kötü iş ve çalışma koşulları. Yani işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı... Bu konuda da Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile çalışmalara devam edeceğiz.

Siz Oyuncular Sendikası’na nasıl dahil olmuştunuz en başta?

Çok seve seve dahil olmuştum ben sendikaya. Çünkü... Maden işçisi değiliz ama biz de çok zor koşullarda çalıştık, çalışıyoruz. Ve bu zor koşullarda çalışırken birbirimizi korumaya çalışıyoruz. Yeri geliyor, gaz maskeleriyle çalışmamız gereken ortamlarda tek bir maskeyi paylaşıyoruz; yeri geliyor, 52 saat uyumadan çalıştığım için ben yorulup düştüğümde yanımdaki oyuncu arkadaşım kaldırıyor beni. Sendika işte bu dayanışmanın örgütlenmesi demek...

“Kaza geçirmiyoruz, kazaya maruz kalıyoruz!”

Sendika kurulalı üç yıl oldu. Köklü bir oyunculuk geleneğine sahip bir ülkede, bu örgütlenme için biraz geç mi kalındı?

Evet. Sinemanın 100’üncü yılını kutluyoruz ama sendikanın üçüncü yılı... Avrupa ve Amerikakoşullarında çalışmış bir oyuncuysanız, ben öyleyim, oralarda sendikaların oyuncular için neler yaptığını görüyorsunuz ve burada ne kadar ilkel şartlarda çalıştığımızı, her şeyin devletin ve yapımcının inisiyatifine ve vicdanına bırakıldığını fark ediyorsunuz. Türkiye’de işçi sağlığı ve iş güvenliği çok ihmal edilmiş bir alan. Madenlerde, inşaatlarda yaşananlar ortada. Oyuncular da set çalışanları da türlü şekilde, kaza diye nitelendirilen ama aslında kaza değil, iş kazası olan olaylarla karşı karşıya kalabiliyor. 2012’de oyuncu arkadaşımız Selin Erdem öldü. Mahkeme kaza dedi. Oysa o sadece bir trafik kazası değildi. Biz setlerde kaza geçirmiyoruz, kazaya maruz kalıyoruz. O olayda da 48 saat uyumadan çalıştırılan prodüksiyon şoförü bunun kendisinden kaynaklanan bir kaza olduğunu düşünebilir. Ama bu bir işyerinde meydana gelen bir iş kazasıydı. Burada işverenin “kusursuz sorumluluk” diye adlandırılan bir sorumluluğu vardır. Ve bu mutlaka yasal anlamda saptanması gereken bir sorumluluktur. Genel kanı, kazaların yüzde 98’inin önlenebilir, yüzde 2’sinin önlenemez olduğu yönünde. Güvenli ortamlarda insan kaynaklı kazaların oranı yüzde 2 bile değil. Bu nedenle bilinçlendirme çalışmaları yapmak, uzmanlardan hukuk desteği alarak çalışmak çok önemli. Biz her konuda işi bilenlerle çalışıyor, mutlaka uzman desteği alarak ilerliyoruz.

“Biz oyuncuların farklı olduğunu zannetmeyin”

Yurt dışında da çalışmış biri olarak oradaki sistemle Türkiye’dekini karşılaştırır mısınız? Ne kadar gerideyiz?

Amerika’da sendika üyesi değilseniz çalışamıyorsunuz bir kere. Yapımcı oyuncuyu sendika üyesi yapmamışsa filmi sigortalanmıyor. Dolayısıyla sigortasız çalışan oyuncu yok. Benim oynadığım bir filmde bir oyuncunun duş alma sahnesi vardı. O sahnede oyuncunun kayıp düşme ihtimaline karşı sendika, duşta yerde duracak malzemenin kaç santimetre kalınlığında olacağını bile önceden belirlemişti! Bu önleme rağmen başınıza bir şey geliyorsa işte o kazadır artık. Soma’da o maden işçisinin ambulansa binerken “Sedyeyi pisletmeyeyim” dediğini hatırlarsınız... Biz oyuncuların farklı olduğunu zannetmeyin. Set ortamında iş yürüsün, sorun çıkarmayalım diye böbrek hastası olanlar mı istersiniz, sokaklarda, bakımevlerinde ölen Yeşilçam emekçileri mi... Ben neden sevdiğim bir oyuncunun sokaklarda öldüğüne şahit olmak zorunda kalıyorum ki? Sigortalı olup bu işten de emekli olabilmek onun hakkı değil mi?

Halk nasıl karşılıyor bu oluşumu? Şahsi kanaatim çoğunluğun; “Aman canım ne sendikası, zaten ünlüler, tonla para alıyorlar, daha ne hakkı istiyorlar? Onlara gelene kadar ne işçiler var?” diye düşündükleri yönünde...

“Al Pacino çok ünlü, çok da para kazanıyor, sette başına ne gelirse gelsin” mi diyeceğiz bu hesaba göre? Kaldı ki sadece başrol oyuncuları yok ki hayatta. Hangi başrol oyuncusu “Ben hasta oluyorum bu sette. Ama ne yapalım, nasılsa parasal bir karşılığı var bunun” der? Ayrıca bir başrol oyuncusunun taşıdığı yükün farkında mıyız acaba? Başrol oyuncusu demek birinin bir projeye ismini koyması demektir. O proje izlenmediğinde bütün başarısızlık onun hanesine yazılır. Bu sorumluluğu alır başrol oyuncusu. Setin birliğini sağlama sorumluluğu da onlara aittir. Özellikle dizilerde başrol oyuncularının yükü çok ağırdır. Aldıkları parayı sonuna kadar hak ederler. Taşıyıcı olan onlardır. Sütun gibidirler. O sütun eğer yıpratıldıysa en ufak bir depremde o yapıyı taşıyamaz. Tükenmişlik sendromu yaşar ve çeker gider. Bunu ben de yaşamıştım zamanında. Meryem (Uzerli) de yaşadı.

Bütün bu sorunların bir gün düzeleceğine dair umudunuz var mı?

Olmasa neden başkan olayım? Bu daha ne kadar sürebilir ki böyle? Allah korusun çok kötü şeyler olabilir. Bunlar olmadan bir an önce yola sokmak gerekli bazı şeyleri. Yönetim kurulumuzun çalışma süresi üç yıl. Umarım bu süre içinde fazlaca hizmet verebiliriz.

“Memet Ali büyük bir aktivisttir ama kendi haklarını düşünmez hiç”

Sendikanın yönetimine girmeye nasıl karar verdiniz?

Eski yönetimin önerisiydi bu. Karar verme aşamasında hukuki girişimler ve iletişim anlamında neler yapılabileceğini uzun uzun araştırdım. Olumlu sonuçlar alınabileceğini görünce başkan olmayı kabul ettim. Genel kurul yapıldı. Seçimde delegeler göreve başlamamızı onayladı.

nYöneticilik konusunda nasılsınızdır? Kimileri bu konuda çok iyidir; sınıf başkanlığı, apartman yöneticiliği, dernek/sendika başkanlığı gibi görevlere isteyerek gelir, kimileri de görev olduğu için kabul eder. Sizin için durum nedir?

Tutkuyla bağlı olduğum bir yaşam biçimi söz konusu. Oyunculuk, dans, opera, ses... Bunlar benim hayat tarzım. Bu alanı güzelleştirmek kendi bahçemi güzelleştirmekten farksız. Yani ben bu sendikada kendi bahçemi güzelleştiriyorum aslında. Bu sebeple de bu işe başkanlık gibi bakmıyorum; elbirliğiyle yapılacak işler var diye bakıyorum.

“Onun ruhunu çok iyi biliyorum”

Selefiniz Memet Ali Alabora’dan başkanlık üzerine tavsiyeler aldınız mı?

Bizim Memet Ali’yle çok fazla konuşmamıza gerek olmaz, konuşmadan da anlaşabiliriz rahatça. Ben onun ruhunu çok iyi biliyorum, çok iyi tanıyorum onu. Birlikte “Yılan Hikayesi”ni çekerken her türlü hak için yürürdü, büyük bir aktivisttir kendisi. Ama hiç kendi haklarını düşünmez. Onun bu dönemini kendi hakları, kendi yaşamı, kendi özgürlüğü üzerine düşünerek geçirmesini diliyorum. Onun çok rahat etmesini istiyorum. Kendi özgürlük alanlarımızın da kıymetini bilmemiz gerek. O bu bir yılını belki sadece Kitap okuyarak, belki sadece müzik dinleyerek geçirecek. Kendine böyle bir alan yarattığı için, o alanı İngiltere’de değerlendirdiği için de çok mutluyum. “İngiliz vatandaşı oldu” gibi saçmalıklar çıkartılıyor. Bunların da hiç geçerliliği yok. Sadece insani özgürlük alanını kullanıyor, bu kadar. Tavsiye almak için onu çok rahatsız etmek istemem. Çok iyi bir yönetim kurulumuz var. Eski yönetimden birçok arkadaşımız da burada, bizimle beraber. Bir şey gerektiğinde onlara başvururuz.

“Yiğit Özşener mali işlerden sorumlu”

Sizin yönetim kurulunuzda nasıl bir görev dağılımı var?

Ceyda Düvenci “Bu Sette Çocuk Var” kampanyamızın başında. Kendisi talip oldu bu göreve. Çok iyi işler yapacağından eminim. Tilbe Saran eğitim alanından sorumlu. Bize sürekli eğitimler aldırıyor. En son işçi güvenliği ve sağlığı üzerine eğitim aldık. Yiğit Özşener mali işlerden sorumlu. Oldukça tutumludur kendisi. Bize de israfa yol açacak şeyler yapmamamızı öneriyor. Sercan Gidişoğlu Fransızcasını ve İngilizcesini iletişim alanında çok etkili biçimde kullanabildiği için uluslararası ilişkilerimizden sorumlu. Ankara Sanat’tan arkadaşımız Çağlar Deniz, Ankara ayağımız... Candaş Baş danstan, Iraz Yöntem alternatif tiyatrolardan, Özgür Çevik de telif haklarından sorumlu.

“Her satıştan sonra bana bir çek geliyor”

Telif hakları konusunda geçen günlerde sevindirici bir gelişme yaşandı. Kemal Sunal’ın telif davası olumlu sonuçlandı...

Oğlu Ali Sunal’ın yedi yıl önce başlattığı ve sadece iki filmle ilgili bir hukuk mücadelesiydi bu. Yani sendika dışı, bireysel bir girişimdi. Bu davalar kazanıldı. Bu sonucu çok önemsiyoruz. Çünkü bir yandan da emsal teşkil eden bir kazanım bu. Kemal Sunal’la son filmi “Propaganda”da da birlikte çalışmıştık. Bana 80 civarı film çektiğini söylemişti. “Az film yaptım” demişti seçici olduğunu anlatırken. O dönem oyuncularının 200 filmi falan vardır ya... Şimdi onun da o özenle seçtiği filmlerden hak ettiğini alması gerekmiyor mu? Yapımcılar yıllardır çok şey alıyor Kemal Sunal filmlerinden. BİROY’un (Sinema Oyuncuları Meslek Birliği) telif haklarımızla ilgili çok ciddi çalışmaları var. Ben de “Duvara Karşı”dan ilk telifimi aldım. İspanya’dan... Buna oyuncu telif hakkı deniyor, onu da belirteyim, karışmasın başka telif hakları ile. Bu çalışmayı kardeş kuruluşumuz BİROY yürütüyor. Sırada Almanya, Hollanda ve Şili var. Dilerim bir gün kendi ülkemizden de alabiliriz. Bu sistemin oturması gerekiyor. Amerika’da çektiğim “The Alphabet Killer” ve “Beautiful Life” filmlerinin her satışında mutlaka bana da bir çek geliyor. Benim bunu takip etmeme gerek kalmıyor. Olması gereken bu. n

“Çizgi film izlemeyi çok seviyorum”

Başkan olduktan sonra hayatınızda ne değişti? Günün, haftanın ne kadarını sendika çalışmalarına ayırıyorsunuz?

Sendikada çalışmaya karar verirken bir tercih yapmam gerekti. Yeni projelere ağırlık verseydim -ki vardı böyle teklifler, onları geri çevirdim- sendika başkanı olamazdım. Oldukça fazla zamanımı ve enerjimi bu çalışmaya ayırmak zorundayım. Yoksa hedeflenen işlerde sonuç almak mümkün olmaz. Sendika ile birlikte gelen işler ve sorumluluklar büyük. Günün herhangi bir saatinde birdenbire ve önceden planlanmamış bir şekilde çalışmak gerekebiliyor. Bunun yanı sıra programlı çalışmalar da oldukça çok zaman alıyor. Yönetim kurulu toplantıları, eğitim toplantıları, set ziyaretleri gibi... Ben aynı zamanda iki üniversitede, Mimar Sinan ve Bahçeşehir’de ders de verdiğim için sendika çalışmalarını yürütmek bazen çok sıkışık durumlar yaratabiliyor.

Sendika dışında neler yapıyorsunuz bu aralar?

Tiyatro Festivali’nde çıkardığımız bir oyun var; “Göl Kıyısı”. Talimhane Tiyatrosu’nda onu oynayacağız. Yönetmeni olduğum oyun “Bent”, D22’de devam ediyor. Onun dışında dediğim gibi üniversitelerde ders vermeye devam ediyorum.

“Derviş Zaim’in, Zeki Demirkubuz’un ve Seren Yüce’nin filmlerini bekliyorum”

Bu aralar neler izlediniz?

Venedik Film Festivali’nde yarışan Fatih Akın’ın filmi “The Cut”ı ve Kaan Müjdeci’nin “Sivas”ı çok güzel filmlerdi. Bunun dışında Altın Koza’da takip edebildiğim bir eser olamadı. BİROY’un toplantısı için bir günlüğüne oradaydım. Derviş Zaim’in filmini çok merak ediyorum. Zeki Demirkubuz’un yeni filmini çok merak ediyorum. Seren Yüce şu an bir film çekiyor, onu merak ediyorum. Geçen yıl takip edemediğim birkaç oyunu yakaladım. Özen Yula’nın yazdığı “Bakarsın Bulutlar Gider”i izledim, çok güzeldi. Alternatif tiyatrodan sorumlu yönetim kurulu üyemiz Iraz Yöntem’in sanat yönetmenliğini yaptığı Tiyatro Hâl’de 8 Ekim’de başlayacak “Soytarılar”ı çok merak ediyorum. Takip etmek istediğim çok oyun var. Dansta takip etmek istediklerim var. Onun dışında çizgi film izlemeyi çok seviyorum ben. “Arı Maya”yı büyük bir heyecanla bekliyorum.