İnsanlığı Nefessiz Bırakan Sömürü Düzenine Mahkûm Değiliz!
Dünya ekonomisindeki sarsıntı devam ediyor. OECD’ye göre, dünya ekonomisi bu yıl yüzde 6 oranında daralacak. Üstelik bu iyimser senaryoya göre yapılmış bir tahmin. Sermayenin uluslararası kurumları, iyimserlik rüzgârı estirmek istedikleri…
Dünya ekonomisindeki sarsıntı devam ediyor. OECD’ye göre, dünya ekonomisi bu yıl yüzde 6 oranında daralacak. Üstelik bu iyimser senaryoya göre yapılmış bir tahmin. Sermayenin uluslararası kurumları, iyimserlik rüzgârı estirmek istedikleri için gerçeği tam açıklamıyorlar. Yine de IMF’in dünya ekonomisine dair hazırladığı raporuna koyduğu başlık çok şey anlatmıyor mu: “Benzersiz bir kriz, belirsiz bir iyileşme.” Bu krizin on yıl süreceğini ve sonuçlarının yıkıcı olacağını söyleyen önde gelen iktisatçıların açıklamaları da aslında IMF’in raporuna koyduğu başlıkla uyumlu. Yıllardır yılmadan dile getiriyoruz: Kapitalizm denen sömürü sistemi bir çıkmaza girmiş ve duvara toslamıştır. Sistem girdiği çıkmazdan kurtulamadığı için dünya ekonomisinde muazzam bir çöküş yaşanıyor. İşte tam da bu yüzden, sermayenin uluslararası örgütleri koronavirüsü abartıp felaket davulları çaldılar, çalıyorlar. Amaç bu çöküşü perdelemek!
Fakat estirilen fırtına bir parça duruldu ve şimdi sıra, zarar ziyan tespit çalışmalarına geldi. İşçi sınıfı cephesindeki duruma bir bakalım: Yalnızca ABD’de 45 milyon işçi işten atıldı. Bu inanılmaz bir rakamdır ve işçiler için gerçek felaket işsizliktir! Bu insanların ailelerini de eklediğimizde, işsizlikten etkilenenlerin sayısının 100 milyonu aştığını görürüz. Türkiye’de ise belki de tarihin en kaba yalanıyla gerçeklere takla attırılıyor. Geçen yılın Mart ayında 32 milyon 339 bin kişi işgücüne katılırken, her nasıl olmuşsa bir yıl içinde bu sayı 2 milyon 235 bin kişi azalmış! Oysa normal şartlarda genç nüfus artışına bağlı olarak işgücüne katılım artar. Yine aynı dönem içinde istihdam edilenlerin sayısında 1 milyon 662 binlik bir düşüş olmuş! Ama sanki kriz patlamamış, sanki ekonomi yoğun bakıma alınmamış ve sanki milyonlarca işçi işten atılmamış gibi, işsizlik düşmüş! Acaba TÜİK bilgisayarlarında kara deliklerin olduğu alanlar mı var, yoksa bize yalan mı söylüyorlar? Fakat tüm saklama gizleme oyunlarına rağmen, işsiz sayısını 3 milyon 971 bin kişi olarak açıklamak zorunda kaldılar. Sendikaların ortaya koyduğu gibi, son patlayan krizle birlikte gerçek işsizlerin sayısı 13 milyondur.
Henüz daha dünyada toplamda kaç milyon işçinin işsiz kaldığı kesinleşmiş değil. ILO, işten atılanların 200 milyonu bulabileceğini söylüyor. Ekonomi aylar boyunca adeta yoğun bakıma alındığı için, krizden dolayı meydana gelen yıkımın gerçek sonuçlarını ancak gelecek aylarda görebileceğiz. Zincirleme iflas dalgası, yalnızca ülke ekonomilerini daha derin bir çukura itmekle kalmaz, aynı zamanda işsizler ordusunu ve onunla birlikte işçi sınıfının öfkesini de büyütür. ABD’de patlayan ve hızla Avrupa ülkelerine yayılan gösteriler, emekçilerin susup oturmayacağının kanıtıdır. Tam da bu durumu hesaplayarak, “sonbaharda ikinci koronavirüs dalgası gelebilir” deyip duruyorlar. Hedefleri bir kez daha emekçileri korkutup eve kapatmak, insanları yalnızlaştırmak ve hak arama mücadelesini bastırmaktır. Eğer “ikinci dalga” virüs korkutması işe yaramazsa, başka bir şey bulmaya çalışacaklarından emin olalım!
Uluslararası sermaye çevrelerinin denetiminde olan Dünya Sağlık Örgütü, “koronavirüsün bir yere gittiği yok, onunla yaşamayı öğrenmeliyiz” diyor. Koronavirüs o kadar işlevsel ve o kadar kullanışlı bir araç ki, sermaye sınıfı kolay kolay ondan vazgeçmez. Mesela tüm dünyada siyasi iktidarlar yıllardır esnek çalıştırmayı hayata geçirmeye çalışıyor ama işçi sınıfının direnciyle karşılaştıkları için hedeflerine tam ulaşamıyorlardı. Derken koronavirüs ile toplum öylesine korkutuldu ki, işçilerin direnci kırıldı ve esnek çalıştırma gönüllü olarak kabul ettirildi. Şu anda dünya genelinde beyaz yakalı işçilerin önemli bir kısmı evden çalıştırılıyor. Teknoloji, banka ve sigorta gibi finans şirketleri beyaz yakalı işçileri evlerine göndererek milyon dolarlık kira ödemekten, elektrik, yol ve yemek masraflarından kurtulmuş oluyorlar. Böylece işçilerin ücretleri aslında düşerken, kapitalistlerin kârları da katlanmış oluyor!
Bir Çin atasözüne göre kriz fırsat demektir. Türkiye’deki siyasi iktidar bu Çin atasözünü pek seviyor olmalı. Baksanıza, işçi ve emekçiler korona korkutmasından başlarını kaldıramazken, siyasi iktidar fırsat bu fırsat diyerek kıdem tazminatını yok etmek üzere hücuma geçti. Neymiş efendim, kıdem tazminatı bir fona devredilecekmiş ve emekli maaşının tamamlayıcı kısmı olacakmış! Bu, keçiyi yemek isteyen kurdun kendisine söğüt dallarından boynuz yapıp keçi kılığına girmesine benziyor ama yemezler! Burada anlatamıyoruz fakat hikâyenin sonunda çukuru boylayan sinsi kurt oluyor! İktidar yıllardır İşsizlik Fonunu patronlar sınıfının kasasına aktarıyor. Fakat bu fon da suyunu çekmiş durumda ve şimdi yüklü dış borç baskısı altında olan AKP iktidarı, işçilerin kıdem tazminatına el koyarak yeni bir fon oluşturmak istiyor. İktidar her ne hikâye anlatırsa anlatsın, bilelim ki gerçek budur!
Sermaye sınıfı yıllardır işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırıyor, kemiriyor ve yok ediyor. Ancak canavar iştahına sahip sermaye sınıfı doymuyor, işçi sınıfının elinde avucunda ne varsa midesine indirmek istiyor. Uzun zamandır gözünü emeklilik fonlarından ayırmıyor. İnsan ömrünün uzadığı, yaşlı nüfusun arttığı ve sosyal fonlar üzerinde ağır yük olduğu propagandasını hatırlayalım! Siyasi iktidarlar, bu propaganda eşliğinde aslında genç kuşaklarda yaşlılarına karşı nefret duygusu oluşturmaya ve emeklilik yaşının uzatılmasını meşrulaştırmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Kârın asıl amaç sayıldığı kapitalist düzende, egemenler için yaşlılar fazlalıktır. Çünkü artık sömürülecek enerjileri kalmamış ve kapitalistler için atıp kurtulmak gereken posa haline gelmişlerdir. Dünyada koronavirüsten ölenlerin ezici çoğunluğunun yaşlılar olmasına bir de buradan bakalım!
Yaşlıların fazlalık olarak görüldüğü bir sistem, tüm kılcal damarlarına kadar çürümüş ve kokuşmuştur. Böyle bir sistemde insanın nefes alması, kendini insan gibi hissetmesi, psikolojisinin bozulmaması mümkün mü? ABD’de siyah bir emekçinin öldürülmesinin ardından patlayan öfke, “nefes alamıyorum” sloganıyla dile geliyor. Bu sloganın tarihin bu kesitinde ortaya çıkması kesinlikle tesadüf değil. İnsanlar ister farkında olsun ister olmasınlar; bu slogan insanlığın içine itildiği dayanılmaz koşullara verdiği bir tepki, bir çığlıktır. İşsizlik, yoksulluk, sosyal güvenceden yoksunluk, akıl almaz düzeye ulaşan toplumsal eşitsizlik, demokratik hakların yok edilmesi, devlet ve polis baskısı… Fakat tüm bunlarla birleşen bir şey var: Dayanışmayı yok eden, rekabeti ve bencilliği durmaksızın kışkırtan kapitalizm insanlığımızı öldürüyor, insani duygularımızı yok ediyor. İşte “nefes alamıyorum” çığlığı bu gidişe bir karşı koyuştur; dayanışma ve paylaşım duygularının yani insani duyguların ayakları üzerine dikilip kapitalizme hayır demesidir!
Durmaksızın krizler üreten, tüm zenginliği bir avuç asalağın elinde toplayan, insanlığı nefessiz bırakan kapitalizmde yaşamaya mahkûm değiliz. İnsanlık uzun yollardan geçti, büyük bedeller ödedi ama geldiğimiz aşamada yeni bir dünya kuracak tüm imkânları da var etti. İnsanın insanı sömürmediği, işsizliğin, açlığın, yoksulluğun, savaş ve şiddetin olmadığı bir toplum kurabiliriz! Öyleyse “ben ne yapabilirim ki?” düşüncesini bir kenara bırakalım. Emin olalım ki, işte o zaman ne yapmamız gerektiğini tüm çıplaklığıyla görmeye başlayacağız!
28 Haziran 2020