Özel Sektör ve Kamu Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu 2021 Araştırması Sonuçlandı
Cinsiyet Kimliği, Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Özelliklerine Dayalı Ayrımcılık, İstihdama Erişimde Ciddi Bir Engel!
Dünyada ve Türkiye’de ayrımcılık bağlamında üzerinde yeterince çalışılmayan istihdam alanında LGBTİ+ haklarına dikkat çekmeye çalışan Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Araştırmaları Merkezi ile Kaos GL’nin, Friedrich Naumann Vakfı’nın desteğiyle, bu konu özelinde yürüttükleri “Özel Sektör ve Kamu Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu 2021 Araştırması” sonuçlandı.
LGBTİ+’ların çalışma hayatındaki durumlarına yönelik bütüncül bir bakış ortaya koymayı amaçlayan ve özel sektör için yedinci, kamu için beşinci yılını dolduran araştırmanın sonuçları, 11 Kasım 2021, Perşembe günü düzenlenen Rapor Bilgilendirme Toplantısı ile kamuoyuyla paylaşıldı.
Temel insan haklarından olan çalışma hakkı, beraberinde barınma, eğitim ve sağlık hakkını getirirken sosyal alanda da yaşamı devam ettirmenin önemli bir adımı haline geliyor. Özel Sektör ve Kamu Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu 2021 Araştırması, bulguları ve katılımcıların paylaşımlarıyla, kamuda ve özel sektörde farkındalık artırma ve kapasite geliştirme etkinliklerine bilgi zemini oluşturmayı, LGBTİ+ çalışanları kapsayıcı istihdam ve toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının geliştirilmesinde kolaylaştırıcı olmayı amaçlıyor.
· Türkiye’de Özel Sektör Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu 2021 Yılı Araştırması (PDF)
· Türkiye’de Kamu Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu 2021 Yılı Araştırması (PDF)
ÖZEL SEKTÖR ÇALIŞANI LGBTİ+’LARIN DURUMU
2021 Yılı Özel Sektör Araştırması, Türkiye’de faaliyet gösteren özel bir şirkette çalıştığını ve LGBTİ+ olduğunu beyan eden toplam 633 kişinin SurveyMonkey Pro üzerinden erişime açılan çevrimiçi anket sorularını cevaplamasıyla gerçekleşti. Örneklem bu yıl da ağırlıklı olarak genç, lise sonrası eğitim almış ve kısa süredir işgücünde yer alan bireylerden oluşuyor.
Özel sektör araştırmasında, %79,4’ü 18-35 yaş aralığında olan katılımcıların %83’ü lisans, ön lisans ya da lisansüstü mezunu. Ankete katılanların %83,6’sı çalıştıkları işyerlerinde 6 yıldan az süredir görev yapıyor. Geçen yılın verilerine paralel biçimde bu yıl da şehir belirten katılımcıların yarısından fazlası İstanbul’da (%53,6) yaşıyor. En çok işaretlenen seçenekler arasında, İstanbul’u sırasıyla Ankara (%10,7) ve İzmir (%10,5) takip ediyor. Şehir belirtenlerin dörtte üçü bu üç büyükşehirde yaşamakla birlikte, verilen yanıtlardan anketin 37 farklı şehirden katılımcılara ulaştığı görülüyor.
2021 yılı özel sektör araştırmasının katılımcılarının %44,9’u cinsiyet kimliğini erkek trans erkek, veya cis erkek, cinsel yönelimini gey olarak beyan etti. Dolayısıyla, geçen yıllara kıyasla ilgili oranlarda hafif bir düşme gözlemlenmekle birlikte, bu yılki araştırmanın örnekleminde de eşcinsel erkek katılımcılar en yüksek yüzdeyi oluşturdu. Bu yıl trans kadın, kadın ve bu yıl ilk defa eklenen cis kadın seçeneklerini işaretleyenlerin toplam oranıysa 633 katılımcı içinde %34,4’te kaldı.
YURTDIŞI MERKEZLİ İŞYERLERİNDEN MEMNUNİYET DAHA YÜKSEK
Bu yılki araştırmanın katılımcılarının çalıştıkları sektörlere bakıldığında, geçen senelerde olduğu gibi bu yıl da eğitim sektörünün başı çektiği görülüyor. Eğitim sektörünü gıda, bilişim ve turizm sektörleri izliyor. Bu sektörlerde çalışan toplam katılımcı sayısı, örneklemin %34,5’ini oluşturuyor.
Şirket merkezi yurtdışında olan işyerleri açısından iş ortamından memnuniyet oranının, geçtiğimiz yıllara benzer biçimde, Türkiye merkezli işyerlerine kıyasla yüksek olduğu görülüyor. Merkezi yurtdışında olan bir işyerinde çalıştığını beyan eden katılımcıların %32,3’ü ilgili işyerinde cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığı önlemeye yönelik mekanizmalar bulunduğunu belirtiyor. Türkiye merkezli işyerlerinde çalışan katılımcılar açısından bu oran %9,3’e gerilemiş durumda. Yine merkezi yurtdışında olan işyerlerinde çalışan katılımcılar arasında cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özellikleri yönünden tamamen açık olma oranı (%24,7) da örneklemdeki genel oranın üzerine çıkıyor.
Özel sektör araştırmasının katılımcıları arasında, işyerinde tamamen açık olduğunu beyan edenlerin genel oranı %17,2. Bununla birlikte katılımcıların sadece %10,3’ü işe alım sürecinde tamamen açık olduğunu beyan ediyor. Geçen yıllarda olduğu gibi, 2021 yılı araştırmaları da cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığın istihdama erişimde ciddi bir engel olduğunu; LGBTİ+ çalışanların, istihdam edilmeme riskini bertaraf etmek için zorunlu bir kapalılık stratejisi izlediğini ortaya koyuyor.
HOMOFOBİ, TRANSFOBİ VE NEFRET SÖYLEMİ
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelime dayalı ayrımcılığa ilişkin 2011 tarihli ayrıntılı raporunda, ayrımcılık ve tacizle karşılaşma riski karşısında LGBTİ+ çalışanlar tarafından zorunlu olarak geliştirilen kapalılık stratejisinin, istihdamda homofobi, transfobi ve ayrımcılığın gerçek boyutlarının analizini güçleştirdiği tespitinde bulunuluyor. Çeşitli ülkelerde yürütülen araştırmalara dayandırılan bu saptamanın Türkiye için de geçerli olduğu söylenebilir!
LGBTİ+ çalışanları kapalılık stratejisini çalışma hayatları boyunca sürdürmeye iten koşulları daha iyi anlayabilmek için 2019 yılında ilk defa anket sorularına nefret söylemine ilişkin bir soru eklenmişti. Bu soru çerçevesinde 2019 yılında %34 oranında katılımcı, 2020 yılında ise %36,9 oranında katılımcı çalıştığı işyerinde LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemiyle karşılaştığını beyan etti. Bu oran 2021’de %30,5 olarak kaydedildi. Bu veriler ışığında, Türkiye’de özel sektörde her üç LGBTİ+ çalışandan birinin LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemiyle karşılaştığı sonucuna ulaşmak mümkün.
Değinilmesi gereken bir başka nokta da konunun cinsiyet eşitliği boyutu: Cinsiyet kimliğini kadın, trans kadın ve cis kadın olarak beyan eden katılımcıların 2021 araştırmasının anket sorularına verdikleri cevaplar kendi içlerinde oranlanıp genel oranlarla karşılaştırıldığında, kapalılık stratejisinin kadın katılımcılar tarafından daha yaygın biçimde uygulandığını düşündürten sonuçlar ortaya çıkıyor.
Ayrımcılık karşısında başvuru mekanizmalarının işletildiği vaka sayısının düşüklüğü, Türkiye’de istihdamda LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığın gerçek boyutlarının analizini güçleştiriyor. 2021 yılı özel sektör araştırması, LGBTİ+ çalışanların uğradıkları ayrımcılık karşısında genelde herhangi bir resmi kanala başvurmadıklarını gösteriyor.
Katılımcıların paylaşımları, LGBTİ+ çalışanların ayrımcılık karşısında resmi kanallar yoluyla sonuç alacaklarına dair bir inanç taşımadıklarını ortaya koyuyor. Aksine, bildirim sürecinde daha da mağdur edilmekten, işini kaybetmekten, nefret söylemi ve önyargı ile karşılaşmaktan, cinsiyet kimliklerinin, cinsel yönelimlerinin veya cinsiyet özelliklerinin iradeleri dışında açığa çıkarılmasından endişe ediyorlar.
ÖZEL SEKTÖRDE ÖNCELİKLİ TALEP: ÖZGÜRLÜK VE GÖRÜNÜRLÜK
Katılımcıların paylaşımlarından, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığa uğramanın, nefret söylemiyle karşılaşmanın ya da ayrımcılık ve nefret söylemiyle karşılaşma riskinin ve sürdürmek zorunda kaldıkları kapalılık stratejisinin, LGBTİ+ çalışanların çalışma arkadaşlarıyla yakın ve gerçek ilişkiler kuramamalarına, çalıştıkları kuruma aidiyet hissetmemelerine, umutsuzluk, mutsuzluk, kaygı, endişe, öfke gibi duyguları yoğun olarak yaşamalarına, performans ve motivasyon düşüklüğüne, depresyon, stres ve gerginliğe, psikolojik ve fiziksel olarak aşırı zorlanmadan kaynaklanan tükenmişlik sendromuna neden olduğu anlaşılıyor. Bunun da işyerindeki verimliliği ve iş doyumunu düşürdüğü sonucu ortaya çıkıyor. Tüm bu bulgularla paralel biçimde, açık uçlu sorular çerçevesinde yapılan paylaşımlar LGBTİ+ çalışanların öncelikli talebinin özgürlük ve görünürlük olduğunu ortaya koyuyor.
AYRIMCILIK TABLOSU KAMUDA ÇOK DAHA AĞIR
2021 Yılı Kamu Araştırması, Türkiye’de kamu çalışanı ve LGBTİ+ olduğunu beyan eden toplam 221 kişinin SurveyMonkey Pro üzerinden erişime açılan çevrimiçi anket sorularını cevaplamasıyla gerçekleşti.
Örneklem geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ağırlıklı olarak genç, lise sonrası eğitim almış ve kısa süredir kamuda çalışan bireylerden oluşuyor. %78,2’si 18-35 yaş aralığında olan katılımcıların %87,8’i lisans, ön lisans ya da lisansüstü mezunu. Ankete katılanların %60,2’si çalıştıkları kurumda 6 yıldan az süredir görev yapıyor.
Bu yılki katılımcıların kamuda çalıştıkları alanlara bakıldığında, geçen senelerde olduğu gibi bu yıl da eğitim, akademi ve sağlık alanlarının başı çektiği görülüyor. Diğer yandan katılımcıların paylaşımları, hemen her meslekten LGBTİ+ çalışanın örneklemde temsil edildiğini gösteriyor.
Çalıştığı kurumda cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özellikleri yönünden tamamen açık olduğunu beyan eden katılımcıların 2021 yılı araştırması örneklemindeki oranı %5 (Özel sektör araştırmasında bu oranın %17,2 olduğu görülüyor). Örneklemde yer alan kamu çalışanı LGBTİ+’ların %95’i görev yaptıkları kurumda cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özellikleri konusunda tamamen açık davranamıyor.
Katılımcıların %40,3’ü, çalıştığı kurumda LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemiyle karşılaştığını beyan ediyor (Bu oran özel sektör araştırmasında %30,5). Özel sektör araştırmasında yaşadığı şehri belirtmek istemeyen katılımcıların oranı %16 iken bu oranın kamu araştırmasında neredeyse iki buçuk katına ulaşması (%37,6) da bu bağlamda göz önünde bulundurulması gereken bir bulgu! Görüldüğü kadarıyla, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık ve nefret söyleminin yeniden üretilmesine neden olan koşullar, kamuda özel sektöre nazaran çok daha ağır bir tablo oluşturuyor.
Bu yıl örneklemdeki tamamen veya kısmen açık olma oranlarında ciddi bir yükseliş gözlemlenmemesine rağmen, bu katılımcılar arasındaki ayrımcılığa uğrama oranlarının örneklemdeki genel oranların belirgin biçimde üstüne çıkması önümüzdeki yılların araştırma sonuçlarıyla karşılaştırmalı olarak takibi gereken bir bulgu. Şimdilik son dönemde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı söylemlerin devletin çeşitli kademelerindeki görevliler tarafından kamusal olarak yaygınlaştırılmasının kamu çalışanları açısından
tamamen veya kısmen açık olmaları halinde çalıştıkları kurumda ayrımcılığa uğrama riskini artıran bir etken olduğunun düşünülebileceğini belirtmek mümkün.
AYRIMCILIĞA UĞRAYANLAR RESMİ KANALLARA BAŞVURMUYOR
Geçtiğimiz yıllarda yürütülen araştırmaların bulgularıyla paralel biçimde, 2021 yılı araştırması da kamuda çalışan LGBTİ+’ların uğradıkları ayrımcılık karşısında genelde herhangi bir resmi kanala başvurmadıklarını gösteriyor. Özel sektörde olduğu gibi kamuda çalışan katılımcıların paylaşımları da, LGBTİ+ çalışanların ayrımcılık karşısında resmi kanallar yoluyla sonuç alacaklarına dair bir inanç taşımadıklarını ortaya koyuyor.
Kamu araştırmasının bulguları, geçen senelerdeki araştırma sonuçlarına benzer biçimde, LGBTİ+ çalışanların izlemek zorunda kaldığı kapalılık stratejisinin, kendi aralarında iletişim ve dayanışma ağları gibi güçlendirme mekanizmaları oluşturmalarını da engellediğine işaret ediyor.
MUTSUZLUK, KAYGI, DEPRESYON, TÜKENMİŞLİK…
Katılımcıların paylaşımlarından, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığa uğramanın, nefret söylemiyle karşılaşmanın ya da ayrımcılık ve nefret söylemiyle karşılaşma riskinin ve sürdürmek zorunda kaldıkları kapalılık stratejisinin, LGBTİ+ çalışanların çalışma arkadaşlarıyla yakın ve gerçek ilişkiler kuramamalarına, çalıştıkları kuruma aidiyet hissedememelerine, umutsuzluk, mutsuzluk, kaygı, endişe, öfke gibi duyguları yoğun olarak yaşamalarına, performans ve motivasyon düşüklüğüne, depresyon, stres ve gerginliğe, psikolojik ve fiziksel olarak aşırı zorlanmadan kaynaklanan tükenmişlik sendromuna neden olduğu anlaşılıyor. Bu da işyerindeki verimliliği ve iş doyumunu düşürüyor.
Sonuç olarak 2021 araştırmalarının da istihdamda cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığın önlenmesi, LGBTİ+ çalışanların huzurlu ve verimli bir çalışma ortamına erişimdeki dezavantajlı konumlarının dönüştürülmesi, sosyal ve ekonomik hakların kullanılması konusunda eşitliğin sağlanabilmesi için hem hukuk politikası, hem kurumsal politikalar hem de sivil toplum örgütlerinin oluşturacağı stratejiler anlamında atılması gereken adımlar, yapılması gereken tartışmalar bulunduğuna işaret ediyor.