Irkçılık zincirini boynuna takan bir emekçi,egemenler nereye çekerse oraya gider.İşçilerin Mücadeles

George Floyd, “nefes alamıyorum” diye inliyordu ama ırkçı polis umursamadı ve onu acımasızca öldürdü. Floyd’a yapılan bu muamele, kara derililerin değişmeyen kara bahtı, bitmeyen çilesidir. Yüzlerce yıl boyunca Afrika’dan Amerika’ya köle olarak satıldılar bir hayvan ya da bir eşya gibi. İnsan yerine konmayan, aşağılanan, horlanan siyahlar onlarca kez isyan ettiler ve sonunda 1861’de başlayan Amerikan İç Savaşı sonrasında kölelikten kurtuldular. Özgürlüklerine kavuşan siyahların gözleri daha bir ışıl ışıl parlamaya başladı. Ne var ki, o umutlu bakışlardaki ışıltı çok geçmeden solduruldu, tam bir vahşetle karşı karşıya bırakıldılar.

Irkçılık zincirini boynuna takan bir emekçi,egemenler nereye çekerse oraya gider.İşçilerin Mücadeles
  • 09 Eylül 2020, Çarşamba 10:22

George Floyd, “nefes alamıyorum” diye inliyordu ama ırkçı polis umursamadı ve onu acımasızca öldürdü. Floyd’a yapılan bu muamele, kara derililerin değişmeyen kara bahtı, bitmeyen çilesidir. Yüzlerce yıl boyunca Afrika’dan Amerika’ya köle olarak satıldılar bir hayvan ya da bir eşya gibi. İnsan yerine konmayan, aşağılanan, horlanan siyahlar onlarca kez isyan ettiler ve sonunda 1861’de başlayan Amerikan İç Savaşı sonrasında kölelikten kurtuldular. Özgürlüklerine kavuşan siyahların gözleri daha bir ışıl ışıl parlamaya başladı. Ne var ki, o umutlu bakışlardaki ışıltı çok geçmeden solduruldu, tam bir vahşetle karşı karşıya bırakıldılar.

Howard Fast, Hürriyet Yolu romanında İç Savaşın sonlanıp özgürlükleri için savaşan siyahların evlerine döndüklerinde, kurdukları yeni yaşamı ve yeni umutları anlatmaktadır. Güney Karolina’da geçen bu hikâye gerçektir. Köleliğin olduğu Güney’de devasa büyüklükteki toprakların sahipleri, kölelerin azat edilmesiyle topraklarını bırakıp kaçmışlar, siyahlar yoksul beyaz kardeşleriyle birlikte elbirliğiyle, dayanışmayla yeni bir yaşam kurmuşlardı. Kimsenin kimseyi aşağılamadığı, horlamadığı, kardeşliğin hüküm sürdüğü bir yaşam! Siyahlar da artık beyazlarla eşit haklara sahipti; oy kullanıyor, aynı okullara gidebiliyor, otobüse, trene binebiliyorlardı… Fast’in romanlaştırdığı sekiz yıllık bu kısa kesit, düşmanlaştırma siyaseti olmadığında siyah ve beyazların nasıl da tüm önyargıları tuzla buz edip kucaklaştığını, barış ve huzur içinde yaşadığını gözler önüne seriyor. Ancak egemen sınıf iktidarını sağlamlaştırdıktan kısa bir süre sonra, siyah ve beyaz emekçilerin hiçbir ayrım gözetmeksizin kurduğu bu yaşamı parçalamaya girişti. Eski köle ve toprak sahibi efendiler; eski köle tüccarlarından, kâhyalardan, şeriflerden, serserilerden oluşan ırkçı bir örgüt kurdular. Ku Klux Klan olarak adlandırılan bu ırkçı çete, siyahlar üzerinde tam anlamıyla terör estirdi, kadın çocuk demeden vahşice katliamlar gerçekleştirdi.

Yani kısa bir kesitin ardından, özellikle siyah emekçiler için dünya pek aydınlık bir yer olmadı. Neden? Neden siyahlar horlanıyor, aşağılanıyor ve insan yerine konmuyor? Romanda, 1870’li yıllarda Ku Klux Klan’ın gerçekleştirdiği vahşice saldırıların ardından Gideon Jakson’ın konuşması bu sorulara cevap oluyor: “Klan’ın tek amacı var: Güney’de demokrasiyi yok etmek, bağımsız çiftçiyi öldürmek, böylece beyaz deriliyle, kara deriliyi birbirinden ayırmak. Kara derili savaştan önceki kölelikten pek farklı olmayan ırgat durumuna düşecektir; boğaz tokluğuna çalışacaktır. Böyle olunca, yani köle olmasa bile, köle gibi çalışmaya başlayınca da, beyaz derili de onunla birlikte alaşağı edilecektir. Birkaç göbekli zengin olacaktır. Ama sadece birkaç kişi… Savaştan önce olduğu gibi… Geri kalanlarımız yoksulluk, açlık ve nefret içinde yaşayacağız…”

Irkçı, ayrımcı politikalarla topluma beyazların siyahlardan daha üstün bir ırk olduğu düşüncesi aşılandı. Böylece yoksul beyazlarda “biz farklıyız, biz üstün ırka mensubuz” duygusu yaratıldı ve açlıktan nefesi kokan bir beyaz emekçinin, yanındaki siyah emekçiden kopması ve egemenlerin bir parçası gibi hissetmesi sağlandı. Bir işçi önderi ne güzel demiş: Irkçılık değirmen taşına benzer ve o değirmen taşını senin boynuna asanlar seni sonsuza kadar köle yapmış olurlar! Irkçılık zincirini boynuna takan bir emekçi, egemenler nereye çekerse oraya gider. Nitekim Amerika’da ırkçılığın etkisiyle siyahlardan farklı oldukları hissiyatına kapılan beyaz emekçiler, kendilerini iliklerine kadar sömüren ve aldatan egemen sınıfla aynı tarafta oldukları düşüncesine kapılabildiler. Irkçılık bir duvar gibi siyah ve beyaz emekçileri birbirinden ayırdıkça, buradan kârlı çıkan sermaye sınıfı oldu, olmaya da devam ediyor. Mesela bugün Trump, ırkçılığı kışkırtarak işsizliğin ve yoksulluğun asıl nedeninin göçmenler olduğunu söylüyor. Gerçek hedefi saptırarak Amerikalı emekçilerin öfkesini, yine başka halklardan emekçilere yönlendiriyor.

Bu örnekte de gördüğümüz gibi ırkçılık bir tuzaktır, kapitalist sömürü düzeninin ayakta kalması için egemenlerin emekçi sınıfa karşı kullandığı bir silahtır. Dünya emekçilerinin önünde iki seçenek duruyor: Irkçılık tuzağına düşmek ya da bu tuzağı parçalamak… Irkçılığa karşı çıkarken, aynı zamanda işçi sınıfının birliği ve beraberliği için mücadele etmiş oluruz. Irkçılığın büyüdüğü, işçilerin ırkçı politikalara alet olduğu bir dünyada ekmeğimiz ve haklarımız büyümez, küçülür. Unutmayalım, ırkçılık egemenlerin boynumuza asmak istediği bir değirmen taşıdır!

HABERE AİT VIDEO

https://youtu.be/Ly4r9HLqQRA

SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yükleniyor

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

ANKET

Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?

yukarı çık