Ankara’da Türk-İş’in büyük bir binası var’ dönemi

Türk-İş’in 22. Genel Kongresi, 290 delegenin katılımıyla Ankara’da yapılıyor. Kongre, perşembe günü “konukların konuşması”yla başladı. “Baş konuk” Kongrenin açılışının bile onun gelişine göre ayarlandığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. İlk günün konuşmacıları ise, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Çalışma Bakanı Süleyman Soylu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan’dı.

Ankara’da Türk-İş’in büyük bir binası var’ dönemi
  • 06 Aralık 2015, Pazar 10:38

Günün iki önemli bilgisi de var: Bunlardan birincisi; “muhalif” görülen kimi sendikaların “içine” yönelik hükümetin girişimleriyle yapılan operasyonlar sonucunda Türk-İş’in içinde bürokratik, geleneksel çizgisine az çok karşı olan “muhalefetin” ezilmesi sonucu, tarihinde ilk kez bir “muhalif liste”nin oluşturulamamasıdır. İkincisi ise Türk-İş’in bir zamanlar en büyük iki sendikasının, Tek Gıda-İş ve Belediye-İş’in bu kongrede sadece “birer delege” ile temsil edilmesidir. Çünkü bu iki sendika, Türk-İş’in tüzüğü gereği, ödemeleri gereken aidatı ödemedikleri için delege sayısı 1’e düşürülmüş!

TÜRK-İŞ’İN KONGRESİ MEDYADA HABER DEĞERİ BULMADI

Belki Türk-İş’in 22 Genel Kuruluyla ilgili en önemli haber; Türkiye’nin en büyük sendika konfederasyonunun genel kurulunun yapılacak olmasının medyada haber değeri bulmamasıdır.

Bırakalım bir sendikal konfederasyonun genel kurulunun işçi sınıfı mücadelesinin enternasyonal ve “yerli” sorunlarını, ülkenin ve dünyanın içinden geçtiği siyasi sorunları gündeme alıp tartıştırmayı, medyayı işçi sınıfının talepleri doğrultusunda tartışmalarla yönlendirmesini, “Türk-İş’in şu tarihler arasında 22. Genel Kongresi yapılacak” haberi bile görünür biçimde yer almamıştır.

Oysa Türk-İş’in 22. Genel Kongresi, dünyanın büyük güçlerinin açıkça birbirine karşı silahların da devreye sokulduğu bir mücadele dönemine denk gelmiştir. Türkiye’nin hükümeti izlediği dış politikayla Türkiye’yi bölgeye müdahale eden emperyalist güçlerin silah yığınak merkezi, savaş gemilerinin ve savaş uçaklarının konuşlandırdığı, “savaş hali” koşullarının hızla oluştuğu bir ön cephe ülkesi durumuna getirmiştir. Suriye, İran, Irak, İsrail ve Mısır’dan sonra Rusya ile de boğaz boğaza gelinmiştir. Bölge mezhep çatışmalarını ve gerici güç odaklarının çatışma alanıdır. Dahası Kürt sorunu gibi çok önemli ve işçi sınıfının birliği sorunuyla da yakından ilgili olarak Hükümet, “çözüm süreci”ni buz dolabına koymakla da kalmamış, Kürt güçlerini ezmek için “askeri çözümü”, içeride ve dışarıda büyük askeri ve polis gücü kullanarak devreye sokmuştur.

Sadece bu kadar da değil; Türk-İş’in 22. Genel Kongresi, sendikal hareketin “dibe vurduğu”, sermayenin sınıfa yönelik saldırılarının sınır tanımaz biçimde genişlediği bir dönemde yapılmaktadır. Ve az çok sendika konfederasyonu adını hak eden bir sendika merkezinin kongresi, bu koşullarda; sermayenin işçi sınıfına yönelik uluslararası ve yerli sermaye güçlerinin sadırlarını püskürtmek üzere kararlar alan bir kongre olmak durumundadır.

Daha yakından bakıldığında geride kalan dönem, Türk-İş’in etkinliğinin sıfırlandığı, Türk-İş’e bağlı sendikalar olan Hava-İş ve Tek Gıda-İş’e Hükümet eliyle operasyonlar yapıldığı, yönetimlerinin değiştirildiği, yasal grevlerin hükümet tarafından yasaklandığı, taşeronlaştırmanın ve sendikaların güç kaybının had safhaya çıkarıldığı bir dönemdir. Ve eğer Türk-İş, az çok bile bir sendika merkezi olma karakteri taşısa, gündeminde bütün bu konular olur, 22. Kongre de bu konularda mücadele kararları alan bir kongre olurdu.

TÜRK-İŞ’İN ‘AĞIRLIĞI’NIN SIFIRLANDIĞI BİR DÖNEM

Söz konusu olan işçi sınıfı onun sendika merkezleri olduğunda kuşkusuz gündem yukarıdaki “ana çerçeve”den çok daha geniş olabilirdi. Ama Türk-İş söz konusu olduğunda yukarıda bu çizilen çerçeve aşırı hayalidir. Çünkü Türk-İş’i kuruluşundan beri karakterize eden, sınıf iş birlikçisi, sendika bürokrasisinin yönettiği bir sendika merkezi olmasıdır.

Ama yine kuruluşundan beri Türk-İş, Türkiye’nin en büyük işçi sendikaları konfederasyonu olarak, sınıfın dostları ve düşmanları tarafından görmezden gelinememiş, işçi hareketinin “özgül ağırlığı” olmasa da “Ağırlığı olan bir merkezi” olarak görülmüştür.

Türk-İş’in Kurucu Genel Bakanı Seyfi Demirsoy, bu “ağırlıktan” kalkarak, “Ankara’da bir hükümet varsa, Ankara’da Türk-İş de vardır” demiştir. Ve neredeyse 60 yıldan beri bu söz, Türk-İş’in önemi vurgulanmak istendiğinde, giderek bir hamaset, boş böbürlenme klişesi de olsa, yöneticileri tarafından Türk-İş’in “ağırlığını” ifade etmek üzere “Ankara’da Türk-İş var” biçiminde kullanılmıştır.

Bu sözün ağırlığı son 10 yılda hayli azalmıştı. Ama şunu söyleyebiliriz ki 22. Genel Kongre, Türk-İş’in “ağırlığı”nın sıfırlandığı bir kongre olmuştur.

Bu her şeyden önce 22. Genel Kongrenin;

* Devri iktidarında Türkiye işçi sınıfının en büyük hak kaybına uğradığı, sendikaların içine yönelik Hükümet operasyonlarının yapıldığı, yasal grevlerin yasaklanmasına karşın bu kongrenin “Erdoğan’a selam kongresi” haline gelmesi,

* Türk-İş’in kendi içinden bir “muhalefet” bile çıkaramaması ve Türk-İş’in tarihindeki en kötü yönetimin yeniden “tek liste” seçilecek olması,

* Kongrede ne tartışılacağının medyada haber değeri bile bulmamasıyla, 22. Kongre, “Ankara’da Türk-İş var” demenin bütün dayanaklarını berhava etmiştir.

Artık hamaset olarak bile “Ankara’da Türk-İş var” demenin en iyi niyetli Türk-İş sempatizanları için bile inandırıcılığı kalmamıştır.

Belki bugün artık, “Ankara’da Türk-İş var yerine, “Ankara’da Türk-İş’in büyük bir binası var. Türk-İş’i bu hale getiren en büyük sendika bürokratları da orada otururlar” demek daha doğru olur.

SENDİKACILAR DAHA ENTERNASYONALİST OLMALI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk-İş’in 22. Genel Kongresinde yaptığı konuşmada sendikacıları da “Yerli ve milli olmaya” çağırdı.

Elbette milletvekillerini de “Yerli ve mili olmaya” çağırmak onları aşağılamak, “milletin seçtiği vekilleri” milli ve gayrimilli olarak ayrıştırmaktır.

Ama söz konusu olan sendikacılar olduğunda onlara “Yerli ve milli olun” demek, sendikacılara “Sınıfınıza ihanet edin. Sermayenin çıkarlarına hizmet edin!” demektir.

Çünkü işçi sınıfı bir yanıyla elbette ki sermaye sınıfından, burjuvaziden, onun emperyalizmin hizmetine koşulmuş politika erbabından daha “milli” ve daha “yerli”dir. Ama bu sadece nesnel bir durumdur. Bilinç olarak sendikacılar milli ve yerel olmayı aşarak, dünya işçi sınıfının bir parçası olan Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin başına geçmiş sendikacılar oldukları bilinciyle hareket ettikleri, kendilerini yerel değil uluslararası düzeydeki bir sınıf mücadelesinin yereldeki temsilcileri olarak gördükleri ölçüde işçi sınıfının adına layık sendikacılar olabilirler.

Çünkü işçi sınıfı enternasyonal bir sınıftır ve bu yüzden de sendikacılardan beklenen “Biz daha çok milli ve yerli değil daha çok enternasyonalist, milliyet, dil, din, mezhep... farkı gözetmeksizin tüm işçileri birleştirip sermayeye karşı mücadeleye sevk etme sorumluluğu ile hareket eden sendikacılarız” demeleridir. Tabii bunlar Türk-İş’in iş birlikçi sendikacılık okulundan yetişmiş değil, sınıf sendikacılığı çizgisini benimsemiş mücadeleci sendikacıları olsaydı gerçek olabilirdi.

Sendikal hareketin ayağa kalkmasının tek yolu da sendikal mücadelenin önündeki sendikacıların enternasyonalist olmalarından geçmektedir.


SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yükleniyor

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

yukarı çık